BÜTÜN
KAPILARI KAPATMAK:
İNTİHAR(ÖZKIYIM) ÜZERİNE
BİR İKİ DİPNOT
‘‘Unutma Sana Sadece Gerçeği Vaat
ediyorum Fazlasını Değil’’[1]
ENGİN LAÇİN*
ÖLÜM[2]
Ölüm canlılığın
başladığı zamandan beri yaşam kadar normal olagelmiştir. Canlılığın doğuşu ve
zihnin evrimiyle birlikte ötekileştirilen bir duruma dönüşmüştür. İnsanlık
anlam veremediği bu durumla baş etmek için belli ritüeller, kültürel kodlar
üretmiştir(Ölüm tanrıları, cennetler, cehennemler, yeraltı tanrıları, yaslar) ölüm
karşısında çaresizliğin üstesinden gelmek adına bu ve daha bir sürü bilgiye
sığınmıştır. Ölüm yaşamın gölgesinde kalan en nihayetinde hikayenin kendisine
bizi de dahil edecek bir gerçekliktir. Özne hangi ruhsallığa, bedene, epistemeye
sahip olursa olsun ölüm denen durumun kaplarından içeri girecektir. Sonsuzluk
denen durumu üretmeyene kadar canlılık hangi formda olursa olsun ölüme dahil
olacaktır(Sonsuzluk mevcut canlılık özellikleri ile pek ulaşılabilir bir durum
olarak gözükmemektedir. Belki beynin diğer karanlıkta kalan özellikleri
keşfedildikten sonra başka bir kapı açılır önümüzde. Ya da bedeni makinelerin üzerinden yeniden inşa
edip zihnin insan zihni olarak kalmasını sağlayarak da bunun üstesinden
gelebiliriz, yani bir tür eklektik canlı inşa edebiliriz). Ölümün kendisi
konuşulmaktan kaçınan, konuşulurken bile onun üzerinden yaşamın kendisini
konuştuğumuz bir durum olarak insan organizmasının kültürüne işlemiştir. Öte
dünya inancı cennetler, cehennemler üretmiş sonsuz yaşam vaat etmiştir. Cehennemin
kendisi bile bütün o olumsuz taraflarına, acılarına rağmen yaşamın sonsuzluğuna
bir göndermede bulunmaktır. Antik dünya mitolojisindeki yeraltı tüm o
karanlığına rağmen sonsuz bir zaman içine akmaktan bahseder.
Ölüm yaşamın kendisi
kadar doğaldır. Peki bu doğallığı neden konuşmayı erteleriz? Neden klinikte az
konuşulan konular ölüme dair olmuştur. Klinikte ötekini yıkmak, saldırgan
durumlar hakkında konuşulur, bahsettiğimiz
kişinin kendi kaybını klinikte dahi
neden konuşmaktan kaçındığıdır. Bu soruların cevapları aşağıdaki
cümlelerde kendini ele verecektir.
Her ne kadar metafiziğe
dair inanç cennet epistemesini işaret etse de diyebiliriz ki Ölüm cenneti vaat
etmez. Ölüm öznenin yıkımını zorunlu kılar, bedeni yıkar, canlılığın zamanının
sona erdiğini haberdar eder. Ölüme dair olanın ürkünç olmasını böyle
açıklayabiliriz. Öznenin yıkımı ve öznenin yıkımının olanaklılığı, ölüme dair
olanın olumsuzlanmasına ve ölüme dair olanın bastırılmasına neden olmuştur. Psikanalizden biliriz bastırılmış olanın patoloji
üretmemesi için bastırılmış olana dair konuşmak gerekir. Ölüme dair olanla baş
edebilmek için onun hakkında konuşmak gerekir. Ölümle baş edebilmek için onunla
sembolik değişimlerimiz olmuştur. Baurillard’a göre ‘‘ölümle olan sembolik
değişimlerimiz hiçbir zaman bitmez, ölümü ne kadar dışlarsak o bize bir o kadar
travmatik formlarda geri döner.’’[3] Ölüm bir gerçekliktir ve bu gerçek her
zaman travmatik olmuştur(yaşamın yıkımıyla karşılaştığımız alan olmuştur)
Ölüm canlı olan her
şeyin hissettiği korktuğu ve bunun için evrimsel mekanizmalar geliştirdiği ve
en sonunda her şeyin yenildiği bir durumdur. Hal böyleyken ölüme meydan okumak
anlamsızlaşacaktır(yaşam olumlanmalıdır) yapılacak şey ölümün doğallığını kabul
etmek ve ölüm üzerine konuşmayı normal kılmaktır. Mitolojide, masallarda, destanlarda
zamanın içinde ölümün hep var olduğunu görürüz. Mezopotamya mitolojisinde ki
Kral Gılgamış destanı ölüme dair mitolojik veriler sağlar bize. Kral Gılgamış
en yakın dostu Enkidu’yu kaybettikten sonra ölüme karşı ölümsüzlüğün peşine
düşer en sonunda ölüme yenilir. Yapmamız gereken öznenin zamanını sona erdiren
ölümün olacağı fikrini kabul etmektir. Öyle ki ölüm özne Gılgamış’ı bile
yıkacak bir durumdur.
Yaşama dair olan ölüme
dair olandan daha fazla konuşulup tartışıldığına göre özne neden kendine kıyar?
İntiharı bir olanak olarak neden seçer? Neden sabahleyin kalkar markete gider
evin ihtiyaçlarını karşılar alışveriş poşetlerini mutfakta düzgün bir şekilde
dizer yatak odasına çıkar kapıyı kilitler ve tabancası ile kafasına sıkar? Bireye
yaşamını kendi elleriyle bitirmeye(intihara) iten neden ne olabilir?
İNTİHAR[4]
İntihar birden fazla
açıklaması olan felsefe, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri, psikanaliz, antropolojiye
konu olan bir eylemdir. İntihar bir girişim olarak kalabileceği gibi bazı
durumlarda tamamlanmış intihar şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. İntiharın
nedenlerini anlamak için iki tane yöntem kullanılır. Bunlardan birincisi
epidemiyolojik yöntem ikincisi psikolojik otopsi yöntemidir. Psikolojik otopsi
yönteminde çeşitli kaynaklardan yardım alınır sonunda bir değerlendirmede
bulunulur. Tamamlanmış intihar davranışında bulunmuş bireyin arkadaşlarıyla, meslektaşlarıyla,
ailesiyle, doktorlarıyla davranışın ne derece intihar olabileceği üzerine
yapılan bir çalışmadır. Psikolojik otopsi psikopatoloji ve intihar arasında bir
bağlantı olduğunu iddia eder. ‘‘Psikolojik otopsi yöntemi ilkin 1920’lerde Paris’te daha sonra
1930’larda New York’ta intihar ile ilgili bilgiler toplanılarak yapılmaya
çalışılmıştır. Bugün ki kullanıldığı şekliyle ilk psikolojik otopsi çalışması
Robbins ve arkadaşları tarafından yapılmıştır’’[5].‘‘Washington üniversitesi
tıp fakültesinde görev yapan Eli Robbins ilk kapsamlı çalışmayı 1950’lerde St.
Louis’te 134 intihar vakasının geçmişe doğru incelemelerinde psikolojik otopsi
yöntemini kullanmıştır. Varılan sonuç intihar vakalarının tamamında ruhsal
problemlerin olduğu saptanmıştır.’’[6]
İntiharın
Felsefesi ve Sosyolojisi(Emile Durkheim)
Ruhbilimde intihar
genelde bir patoloji olarak yorumlanır. Sosyolojide(Emile Durkheim) intihar
insanlığın gelişimiyle ilgili bir eylem olarak ele alınır. Kentlerde intiharın
kırlarda ki intiharlardan daha fazla olduğu iddia edilir. Durkheim intihara şu
tanımı getirir ‘‘kurbanın kendisi tarafından gerçekleştirilen ve onun ortaya
çıkacak sonucu bildiği dolaysız ya da dolaylı sonucu olan her türlü ölüm
olayı’’[7] Durkheim intiharın her zaman sosyal bir arka planının olduğunu ifade
eder. Toplumda değişimlerin olmadığı dönemlerde intihar oranının sabit
kaldığını aksine değişimlerin olduğu dönemlerde intihar eylemlerinde artış
olduğunu iddia etmiştir. Kişinin kendisini yok etmesini ve yok etme isteğini
sosyolojik bir durum olarak ifade etmiştir. Durkheim(1897) intiharı üçe ayırıp
sunar, a)Egoist intiharlar; bu tür intiharlarda kişinin toplumla kurduğu bağda
bir kopukluk olduğu görülür. Kişi topluluğa dahil olmaz ve yaşamına bir yabancı
gibi devam eder. Kişi topluluğa yabancılaşır. b)Alturistik(özgeci) intiharlar; egoist
intiharın karşıtı bir tanım yapabiliriz bu intihar türü için, sosyal taleplere
cevap olarak algılanır. Bu tür intiharlarda kişi kendini dahil olduğu grubun
yararına feda eder. c)Anomik intiharlar; Kişi toplumla bir ilişki kurmuş ve bu
ilişkilerde ani değişiklikler meydana gelmişse bu tür bir intiharın görülme
ihtimali yükselir. Kişinin statüsünde ani bir değişim buna örnek olarak
verilebilir. Durkheim’in sosyoloji kuramının intihara yaklaşımına baktığımızda
bazı sorunlarla karşılaşırız. Örneğin egoist intiharlara baktığımızda toplumla
her bağı kopan bireyin intihar etmediği
görülecektir. Ya da toplulukla aşırı bağ kuran bireylerin çoğu diğerkam bir
intiharı eyleme dönüştürmemektedir. Diyebiliriz ki intihar eylemi, davranışı
sosyolojik ve bireysel(kendilik, kişilik, benlik) özellikler etkileşiminin bir
sonucudur, bu etkileşimler sonucu olması muhtemeldir.
Psikanalizin
felsefesinden(epistemesinden) bakarsak bilinçdışı öznenin benliğine kendi
eliyle son vermek istediği her türlü bilinçli ve bilinçsiz(bilinçdışı) ölüm
olayı intihar olarak değerlendirilebilir. Melankolikler de intihar eğiliminin
yoğun olduğunu görürüz. H.Porot’a göre ‘‘her türlü melankolik gücül durumda bir
intiharcıdır.’’[8] Kendini aç bırakma verilen yemeği geri çevirmekte bir tür
intihara yönelme olarak değerlendirilebilir. Buradan hareketle yeme bozukluğu
tanısı almış Anoreksiya nervoza hastalarının eylemlerinin altında bir tür
bilinçdışı intihar isteği yatabilir. Bu tür hastalarda yemeği kısıtlama aşırı
kusma ve kilo almaktan aşırı korkma özellikleri görülebilir. Bu durum öyle bir
hal alır ki kişinin yaşaması için gerekli yiyecek miktarı bile alınmaz. Bu
durum ölüme kadar gidebilir, değerlendirdiğimiz bilinçli bir intihar eylemi
değil varsa bilinçdışı düzeyde bir intihar yöneliminden bahsedebiliriz. Zaten
yeme bozuklukları etiyolojileri psikanalizin penceresinden bizi bilinçdışı
dünyaya götürür.
Genel anlamda filozoflar intihara olumlu
bakmamışlardır. Aristotales ‘‘intihar bir alçaklıktır’’ der[9]. Albert Camus
varoluşçuluk felsefesinin içinden seslenir ve gerçek anlamda felsefenin tek
sorunun intihar olduğu söyler. Dünyaya bırakılmış bir insan öznesi tanımı yapar
varoluşçu felsefe. Marlaux intiharı bir yaşam deneyi olarak düşünür ‘‘ kendini
öldüren kişi kendi kendine yarattığı bir imgenin peşinden gider, insan ancak
var olmak için kendini öldürür’’[10]Toplumların çoğunda intihar hoş bir durum
olarak değerlendirilmez. İntihar davranışından sonra ölen kişi hakkında fazla
konuşulmaz, bazı toplumlarda intihar ederek ölenlerin mezarlığa defni uygun
görülmemiştir, bazılarında ölüm olayında olduğu gibi yas için zaman harcanmaz.
Antik Yunanda intihara
en olumlu yaklaşanlar şüphesiz ki Stoacılardı. Yaşam gibi ölümünde normal bir
şey olduğunu kabul ediyorlardı. Zamanı geldiğinde ölümü seçmenin kullanılabilir
bir seçim olduğunu söylüyorlardı. Tıpkı yaşam gibi ölümde doğal bir süreçtir.
‘‘Yaşam zorlaştığında insan kendi
zamanına son verme hakkına sahip olmalıdır.’’[11] Epikür felsefesinde ölüme
dair fikir şöyledir ‘‘Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece
ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz’’[12]Epikür ölümden korkmanın
anlamsızlığı üzerine düşünmemizi önerir. Wittgenstein ölüme dair şöyle der
‘‘ölüm yaşam içinde bir olay değildir: biz ölümü deneyimlemek için yaşamayız’’[13]canlı
ben için ölüm olayı benim deneyimimin dışındadır. Heidegger için ölüm bireysel
varoluşun sonudur ve bu son kaygı üretir. Her şeyin sona ereceği fikri özneyi
varoluşsal bir krize sürükleyecektir. İnsanı hayvandan ayıran Heidegger’e göre
bu ayrımın farkına varmasıdır. İnsan kendi ölümünü deneyimler başka birinin
ölümünü deneyimlemek olanaksızdır. Bu açıdan Heidegger’in ölüme dair durduğu
yer Epikür’ün durduğu yere benzerlik gösterir.
Marx intiharı yabancılaşmanın ve sermeyenin
birikme şeklinin bir sonucu olarak ifade eder. Kapitalizm sınırlarında intihar
sadece alt sınıfın bir sorunu değildir, aynı zamanda diğer tüm sınıflarda
görülen bir durumdur. Kapitalist dünya eksiltir sınıfın kendisi bu eksikliği
doyuramaz. Kapitalist dünyanın sınırlarında çok fazla iktisadi birikim sağlansa
bile arzunun sınırlarında bu birikimin yeterli olmadığının daha fazlasının
olması gerektiği söylenecektir. Özne bu arzunun peşinde bir ömür tüketecektir. Çünkü
içinde bulunduğu dünya önce özneyi eksiltmiş sonrasında kendi kapital
kurallarına göre bu eksikliği gidermesini istemektedir.Kapitalist dünyanın
öznede yarattığı paradoks budur. Özne bunun üstesinden gelmek için en
nihayetinde kendi varoluşu üzerinde son sözü intihar üzerinden söyleyecektir.
‘‘İntihar insanın kendi varoluşu üzerine söyleyebildiği son sözdür’’[14] Buradan
baktığımızda Marx’ın intihara yaklaşımı felsefenin sınırlarına dahil olduğu
kadar sosyolojinin de sınırlarına dahildir. En nihayetinde intihar sosyal bir
durum olur.
İntiharın
Biyolojisi
İntihara dair biyolojik
çalışmalar iki alt başlık altında toplanabilir. Birincisi genetik çalışmalar(aile,
ikiz ve evlat edinme çalışmalarını içerir.) Literatürde var olan çalışmaların
çoğuna eleştiri yapılmıştır. Şunu biliyoruz genetik faktörler ile çevresel
faktörler net olarak ayırt edilememektedir. Günümüz intihara biyolojik
yaklaşımlarda ‘‘neyin kalıtsal olduğu muğlaklığını korumaktadır. Kalıtsal olan
intihar davranışının kendisi mi yoksa intihar davranışlarında rol oynayan
dürtüsellik, psikolojik veya psikiyatrik bir bozukluk mu?’’[15] İntihara dair
biyolojik çalışmalardan ikincisi biyokimyasal çalışmalardır. Biyokimyasal
çalışmalar düşük serotonin(biyokimyasal çalışmalarda intiharla en çok ilişkisi
çalışılan maddedir) seviyesi ile saldırganlık ve dürtüsellik arasında bir bağ
olduğu iddia eder, aynı zamanda düşük serotonin seviyesi ile intihar arasında
bir bağlantı olabileceğini söyler.‘‘Serotoninin temel metoboliti 5-HIAA(Hydroxyindoleacetic)
düzeyinin düşüklüğü, çeşitli tanı gruplarına giren intihar vakalarında
bulunmuştur- depresyon, şizofreni ve çeşitli kişilik bozuklukları gibi. Buna ek
olarak ölümden sonra beyinleri incelenen intihar vakalarında serotonin
reseptörlerinde artma gözlenmiştir(Bu olasılıkla azalan serotonin düzeyine
verilen bir cevaptır).5-HIAA düzeyi ve intihar arasındaki bağlantıyla ilgili
kanıtlar özellikle şiddet içeren ve dürtüsel intiharlarda kuvvetlidir. En son
olarak,5-HIAA düzeyi ile saldırganlık ve dürtüselliğin envanter ölçümleri
arasında korelasyon vardır.’’[16]
İntiharın
Psikolojisi
İntihar olayı
sosyolojik ve biyolojik yönleri olduğu kadar aynı zamanda psikolojik yönleri de
olan bir durumdur. SHNEIDMAN intiharı açıklarken bir soruyla başlar. Ruhsal bir
problemi olan herkes neden intihar etmez? Şizofreni ve duygu-durum bozukluğu
tanısı almış bir sürü hastanın intihar etmediğini hatırlatır bize. SHNEIDMAN’a
göre intihar çok acı veren bir duruma karşı bilinçli bir çözüm bulma çabasıdır.
Problem yaşayan benliğin-genelde dayanılmaz bir acı olur- dayanılmaz olana
karşı bilinçli bir eylemidir. İntiharın ortak yönleri üzerine bize bir model
önerir. On madde de intiharın ortak yönlerini sıralar ‘‘I)İntiharın ortak amacı
bir çözüm aramaktır. II)İntiharın ortak hedefi bilinçliliğin kaldırılmasıdır. III)İntiharda
ortak uyarıcı, dayanılamayacak psikolojik acıdır. IV)İntiharda ortak stres
verici faktör engellenmiş psikolojik gereksinmelerdir. V)İntiharda ortak duygu
çaresizlik-umutsuzluktur.VI)İntiharda ortak bilişsel durum ikircikli olmaktır. VII)İntiharda
ortak algısal durum daralmadır. VIII)İntiharda ortak eylem saldırganlıktır. IX)İntiharda
ortak kişiler arası eylem intihar niyetini iletmektir. X)İntiharda ortak
tutarlı yön yaşam boyu başa çıkma örüntüsüdür.’’[17] Umutsuzluk kuramına göre
psikolojik ve psikiyatrik rahatsızlıklar intihar riskini arttıran etmenlerin
başında gelir. Duygu-durumu bozukluğu tanısı olan majör depresif bireylerin bu
davranışı sergilemeleri daha olasıdır. Beck intihar ile depresyon arasında bir
ilişki olabileceğini söyler. Depresyondan intihara götüren neden olarak
umutsuzluğu gösterir. Depresyonda ki kişi umutsuzluğun içine çöreklendikten
sonra(Beck’e göre bunun nedeni bilişsel çarpıtmalardır)kişi bu acıdan kurtulmak
için intihara kalkışır. Diyebiliriz ki depresyondaki bir hastayı intihar
davranışına iten bilişsel değişken umutsuzluktur. Bazı kuramcılar intihar ile
kişilik özellikleri arasında bir bağlantı olabileceğini söylemişlerdir. Belli
kişilik özellikleri olan insanların intihar eylemine kalkıştıklarını iddia
etmişlerdir.
İntiharın
Psikanalizi(Yas ve Melankoli)
Freud(1915) yas ve
melankoli adlı makalesinde yas, melankoli ve intiharı tartışırken Ben ve Nesne
ayrımı üzerinden bu tartışmayı yürütür. Yasın tanımını şöyle yapar ‘‘her zaman
sevilen bir insanın ya da ülke, özgürlük, ülkü vb. gibi insanın yerini almış
bir soyut kavramın kaybına tepkidir’’[18] Yasa gösterilen bu tepkinin normal
olduğunu ve bu durumun geçiciliğini umarız. Yas ve melankolide ortak özellikler
görüldüğü gibi ayırt edici özelliklerde görülür. ‘‘Melankolinin ayırt edici
özellikleri derinlemesine acı verici bir hüzün, dış dünyaya yönelik ilginin
kesilmesi sevme yeteneğinin kaybı, tüm etkinliklere ket vurulması ve kendini
önemseme duygularının kendini suçlama ve kendini yemelerde anlatım bulacak olan
azalması ve sanrısal bir cezalandırılma beklentisiyle sonuçlanmasıdır’’[19] Yasın
melankoliden farkına baktığımızda yasta kendini önemsemede bir bozukluk
görülmez. Yasta sevilen kişinin kaybı hemen kabul edilecek bir durum değildir. Kaybı
yaşayan bazen öyle bir direnç gösterir ki gerçeklikten kopuşla karşılaşılabilir.
Yas sürecinde kayıp nesneye yatırılan libidinal enerji yeni bir nesne bulur ve
bu nesneye aktarılır. Bu durum yas sürecinin normal işlediğinin bir ifadesidir.
Melankolide kendini önemsemede azalma olması
benliği kırar, güçsüzleştirir. Freud yas ve melankolide nerede yıkım olduğu
bize gösterir, ‘‘Yasta yoksul ve boş hale gelen dünyadır; Melankolide ise
bizzat benlik ’’der. Yasta yıkımın olduğu alan dünya melankolide ise kırılan, dökülen yer benliğin kendisidir.
Melankolik hastada kendini suçlayıcı tavır ve benliğe dair karalamalar
görülmesi olasıdır.
Nesne kaybı nesneye dair çift değerli
duyguların oluşması için uygun bir alan yaratır. ‘‘Melankolide hastalığa yol
açan durumlar çoğunlukla bir ölüm nedeniyle kayıp olgusunun ötesine uzanır ve
birbirine zıt sevgi ve nefret duygularını ilişkiye sokabilen ya da zaten var
olan bir çifte değerliliği güçlendiren tüm küçük düşürülme, görmezden gelinme
ya da düş kırıklığına uğratılma durumlarını içerir’’[20] Melankolide kişinin
sevgi nesnesine yönelik çift değerli bir özelliği vardır. Melankolinin ruhsallığı
bir taraftan özdeşime diğer taraftan sadizm evresine geriler. Melankoliği
intihara bu kadar yakın kılan sadizm evresine gerilemedir. Benliğin kendisine
kıyması benliğin kendisini bir nesne olarak görmesi ve normalde dış dünyaya
yönelteceği düşmanlığı(saldırganlığı) kendisine yöneltmesiyle olanaklıdır.
Psikanalizin intihar
üzerine açtığı kapıdan baktığımızda ölüm dürtüsü(Thanatos) sadizm evresine
gerileme ile birlikte benliğe yönelir ve benlikteki yaşama dair olanın hakimiyetini
kırar. Thanatos tüm o yıkıcılığı ile benliği oyar ve ölüm dürtüsü yaşama dair ne varsa
bilinçdışının labirentlerine gönderir. En sonunda ruhsallıkta çölleşen bir
benlik ile karşılaşırız. Çölleşen benlikte ölüme dair olan her yerdedir. Karşılaştığımız
çöl yaşama dair olanı içinde taşımaz bu çölde yaşama dair olan küçük
vahalardır, ölüme dair olan ise tüm yıkıcılığı ile kum taneleri ve güneştir.
Bilinçdışı hikayenin
döndüğü yerdir. Ruhsal dünyanın bütün yolları babanın katlinden beri
bilinçdışına çıkar. Kaybın kendisi bizi bilinçdışı alana dahil eder, özellikle
ölüm ile hemhal olan kayıp, ruhsallığı babanın katli ile bir yüzleşmeye
götürür. Diyebiliriz ki yastaki gerçek bir sevgi nesnesi kaybı intihardaki
benlik kıyımı, melankolideki nesneleşen benin içinin oyulması ruhsal alanı
bilinçdışının alanına kaydırır. Bilinçdışının dili bizi babanın katli ile
bastırılan, bastırılıp dönüştürülen her şey ile yüz yüze getirir. Çoraklaşan
ruhsal dünyanın nedenlerini bu meta-psikolojik işleyişte arayabiliriz.
Lacan psikanalizinde özne yarılmış, parçalanmış
bir özellik gösterir. Bu parçalanmanın üstesinden hiçbir zaman gelemez. Kapitalist
dünya bu yarılmayı iktidar eliyle derinleştirir. Fallus olmak için didinen ama
bunu başaramayacak(başarsa bile ruhsallığı yara bere içinde kalan) bir özne
olur insan. ‘‘İntihar iktidarın denetim alanından kaçışın gerçekleştiği özgür
alandır. Lacan sonuçta son kertede tek sahici eylemin intihar olduğunu söyler. Çünkü,
özne için varoluşunu belirleyen, kısıtlayan, sakatlayan iktidarın bedensel ve
zihinsel denetiminden tam olarak çıkabildiği tek eylem kendini yok etme
eylemidir’’[21] Lacan ölümü hayatı dayanılır kılan durum olarak görür. Ölüm inancın
diyarına aittir der ve devam eder ‘‘öleceğinize inanmakta haklısınız. Sizi
ayakta tutan budur. Eğer buna inanmasaydınız, yaşadığınız hayata katlanabilecek
miydiniz? Eğer bunun biteceği kesinliğine güvenmeseydik, tüm bunlara nasıl
katlanacaktık’’[22]
Sonuç
Ölümün kendisiyle
canlılığın başladığı ilk zamandan beri tanışıyoruz. Fakat intiharın ilk ne
zaman başladığını bilmiyoruz. İlk girişim şehirlerde mi kırlarda oldu
bilmiyoruz. Bildiğimiz insanlık olarak şuan uğraşmamız gereken bir halk sağlığı
sorunu olduğudur. İntiharın nedenlerine baktığımızda kültürel farklılık
görmemize rağmen genel olarak eylemin ardında ruhsal bir sorun(psikolojik ya da
psikiyatrik), alkol ve maddeyi kötüye kullanma alışkanlığı, ailede intihar
öyküsünün olması ve en azından bir tetikleyici neden(dürtüsellik vb.) olduğu
gözükür. Bu özelliklere sahip kişiler risk altındadır. İntihar çoğu toplumda
hoş karşılanmamıştır fakat bazı toplumlarda yüceltilen bir eylem olarak gözükür
Japonya da onur kırıcı bir davranış sonunda en onurlu yol intihar olarak
görünür. İntiharda kullanılan yöntemlerde kültürel farklılıklar görülebilir. Çoğu
kültürde kendini asma, yüksekten atlama,
ilaçla intihar, ateşli silah kullanma, suya atlama vb. yöntemler gözükür. Yöntemin
seçimini kullanılan malzemeye ulaşmanın kolay olması etkilemektedir. Örneğin
kırsal kesimlerde zirai ilaçlara ulaşması kolay olan kişi intihar eylemi için
buna ulaşmakta sıkıntı yaşamayacaktır. Silah bulundurmanın kolay olduğu
toplumlarda intihar eylemlerinde silahın kullanılma oranı artacaktır.
İntiharın bulaşıcılığından bahsedebiliriz. Literatürde
Werther Etkisi olarak bilinir.1774 yılında Goethe Genç Werther’in Acıları(Werther bir kadına aşık olduğu için
intihar etmiştir) adlı eserini yayımladıktan sonra Avrupa da intihar oranında
bir yükselmenin olduğundan bahsedilir. İntihar edenlerin çoğu Werther’in
kitapta intihar ettiği şekilde canlarına kıydıkları tespit edilmiştir. İntihar
salgının önlemek için kitap bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanmıştır. Salgının
kurbanları genellikle gençlerdir. ‘‘İntihar salgını birincil olarak ama
kesinlikle bütünüyle değil gençliğe özgü bir olgudur’’[23] Bu örnekten
hareketle intiharın taklit edilme boyutundan da bahsedebiliriz. Özellikle
ergenlerde taklit davranışlar yoğun olarak sergilenebilmektedir, bundan dolayı
riskli grup olarak değerlendirilebilirler Medyanın intihar haberlerini sunarken
dikkatli olması gerekmektedir. Haber verildiğinde intihara dair herhangi bir
yüceltmenin olmamasına dikkat edilmelidir.
Abbas Kiyarüstemi filmi
olan ‘‘Kirazın Tadın’’ da baş karakter intihar etmek istemektedir ve kendisine
yardım edecek birini aramaktadır. Film boyunca birden fazla kişiyi ikna etmeye
çalışır. Karakterlerden biri intihar girişiminde bulunacak kişiyi yapacağı
davranıştan vazgeçirmeye çalışır. Onu anladığını ama yaşamın yaşanmaya değer
olduğunu söyler en sonunda ‘‘Kirazın Tadından da mı vazgeçeceksin’’ der. İntiharı
düşünen bireylere yaklaşım çok önemlidir. İntiharı düşündüğünü fark ettiğimizde
kapsayıcı bir tavır almamız gerekmektedir. Kişiyi anladığımızı gösterecek bir
dil kullanmalıyız. Sonunda uzman desteğine başvurması için onu ikna etmeye
çalışmalıyız. İntiharın önlenmesi için farmakoloji ve psikoterapi alanlarında
ortak çalışmak daha yararlı olacaktır. Kişi psikoterapiye ikna edilip devamında
ilaç kullanımı eylemin önlenmesinde fayda sağlayacaktır.
Son söz ölüme dair şairin
sözü olsun
‘‘Gece vaktinde
içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
Sonra öğlen vaktinde
ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır
Akşamları ve sabahları
içmekteyiz, içmekteyiz hiç durmadan
Ölüm bir ustadır
Almanya’dan gelen gözleri mavi
Bir kurşunla geliyor
sana tam göğsünden vurarak
Bir adam oturuyor evde
senin altın saçların Margareta
Köpekleri salıyor
üzerimize bir mezar armağan ediyor
Yılanlarla oynuyor ve
dalın düşlere ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır ’’[24]
NOTLAR:
*Psikolog,enginlacin1414@gmail.com
[1]Matrix (film)
[2]Dolaşım, solunum ve beynin tüm
işlevlerinin geri dönüşümsüz olarak sonlanmasıdır.(Amerikan Tıp Derneği)
[3]Türkiye Biyoetik Dergisi,s.94
[4]Kişinin yaşamına kendi
elleriyle son vermesi.Kendi benliğini yok etmesi.
[5]Adli Tıp Dergisi/Journal of
Forencis Medicine,cilt:29/Sayı:1
[6]Erken Çöken Karanlık,s.47
[7]Felsefe Sözlüğü,s.176
[8]A.g.e.,s.176
[9]Felsefe Sözlüğü,s.177
[10]A.g.e.,s.177
[11]A.g.e.,s.177
[12]http://epicure-gusto.blogspot.com.tr/2009/11/epikur-epicurus-m.html
[13]Türkiye Biyoetik Dergisi,s.93
[14]Karl Marx İntihar
Üzerine,s.64
[15]İntihar Olasılığı Ölçeğinin
Klinik Örneklemdeki Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması,s.6
[16]Anormal Psikolojisi,s.265
[17]A.g.e.,s.265
[18]Metapsikoloji,s.243
[19]A.g.e.,s.244
[20]A.g.e.,s.251-252
[21]Karl Marx İntihar
Üzerine,s.64
[22]www.düsünbil.com.tr
[23]Erken Çöken Karanlık,S.350
[24]http://sanatkaravani.com/bir-hic-olarak-kalacagiz-paul-celan/
KAYNAKLAR
Durkheim, E. ‘‘İntihar’’
Pozitif Yayıncılık.2015
Yalom, I. D. ‘‘Güneşe
Bakmak Ölümle Yüzleşmek’’ Kabalcı. İstanbul. 2008
Timuçin, A. ‘‘Felsefe
Sözlüğü’’ İnsancıl Yayınları. 1998
Marx, K. ‘‘İntihar
Üzerine’’ Yeni Hayat Kütüphanesi. İstanbul. 2006
Freud, S. ‘‘Yas ve
Melankoli’’ Telos. 2015
Freud, S.‘‘Metapsikoloji
Freud Kitaplığı:12’’ Payel. İstanbul. 2013
Türkiye Biyoetik
Dergisi ‘‘Bir Beden Neler Yapabilir Sorusunun Biyoetiksel Yankıması Ya Da Ölüm
ve Yaşam Üzerine Felsefi Bir Soruşturma’’ 2015. Vol;2.No;2
Adli Tıp
Dergisi/Journal of Forencis Medicine,cilt:29/Sayı:1
Jamison, K, R. ‘‘Erken
Çöken Karanlık, İntiharı Anlamak’’ Ayrıntı. İstanbul. 2004
İntihar Olasılığı
Ölçeğinin Klinik Örneklemdeki Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Adnan Menderes
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Klinik Psikoloji Anabilim Dalı.PSK-YL-2007-0003.Zehra
Atlı
Benlik Kurguları
İntihar Ve İntihara Yönelik Tutumlar, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü Psikiyatri Anabilim Dalı.KPJ-YL-2013-0001.Özge Yaren Yavuz
Davison, G.;C .Neale, J
,M. ‘‘Anormal Psikolojisi’’ Türk Psikologlar Derneği. 2011
Akın,
E.;Berkem, M. ‘‘İntihar Girişiminde Bulunan Ergenlerde Psikiyatrik Tanıların, Demografik
ve Klinik Özelliklerin Değerlendirilmesi’’ Fırat Tıp Dergisi 2012;17(4):228-232
Koç,
N, E. ‘‘Yer altı Tanrıları’’ İstanbul Aydın Üniversitesi
Dergisi.Yıl:4.Sayı:13.S.23-34
Sayıl,
I.;Canat, S.;Tuğcu, H. ‘‘On altı İntihar Olgusunun Psikolojik Otopsi Yöntemi
İle Değerlendirilmesi’’ Kriz Dergisi 11(2) sayfa:1-6
Ceyhun,
B.‘‘1980-1990 Yılları arasında Türkiye’de Yapılan intiharlara İlişkin
Yayınların Çok Yönlü Değerlendirilmesi’’ Kriz Dergisi 2(1)S:255-260
http://sanatkaravani.com/bir-hic-olarak-kalacagiz-paul-celan/
R.
Uslu; Berksun, O. E. ‘‘Yas ve Melankoli’’ Kriz Dergisi 1(2) Yayım Yılı 1993
Kirazın
Tadı Filmi Yönetmen: Abbas Kiyarüstemi(ustaya saygılarımla)
Johann
Wolfgang Von Goethe ‘‘Genç Werther’in Acıları’’Can.2016